19
Şub
2011
0

Restorana Fayans Döşemek

Mutfak yapıyorsanız bilin ki fayans döşeyeceksiniz. Ruhsat almak için gerekli sıhhi şartların yerine gelmesi içinde, mutfak bölümünde fayans ve benzeri su geçirmez ve temizlenilebilir yüzey malzemeleri kullanmanız gerekecek. Fayans veya granit gibi malzemeleri dekoratif amaçla da kullanabilirsiniz. Kafanızdaki konsepte göre bütün duvarlarınızı da fayans yapabilirsiniz. Ancak dekoratif amaçlı düşünüldüğünde, boya yaptırmaktan çok daha pahalı ve çok daha fazla ustalık isteyen bir işe kalkıştığınızı bilmeniz gerekir.

Gelelim akıllardaki ?Fayans döşeme işini nasıl yaptıracağım?? ?Nelere dikkat etmeliyim??  gibi sorulara.

Fayans döşemeden veya satın almak için bir yere gitmeden önce bilmeniz gereken birkaç şey ile başlayalım.

  • Fayans fiyatlarının birimi metre kare?dir. Size kaç metre kare gerekeceğini bilmelisiniz.
  • Tedarikçinizde beğendiğiniz her fayans stoklarında yeterince olmaya bilir, bu sebepten her zaman stok durumunu sorun. Almaya karar verdiğinizde, “stoklarda yeterince yokmuş” cevabını almak hoşunuza gitmeyecektir.
  • Fiyat araştırması için birkaç farklı tedarikçiye gidin.  Bir markanın, aynı ürünü için bile farklı fiyatlar alabilirsiniz.
  • Ustalar metre kare fiyatı ile çalışır yada günlük yevmiye ile. Yer büyükse size metre kare fiyatı vereceklerdir. Değilse yevmiye ücreti.
  • Usta bulmak için tedarikçiniz sizi yönlendirecektir. Ama başka tedarikçilerden de usta telefonu isteyin ki farklı ustaların fiyatlarını öğrenin. Bana metre karesi 17TL?den kapıyı açmışlardı, bende 13TL ile kapamıştım. Döşenecek yerin 130m2 olduğunu düşünürseniz, fiyat farkını daha iyi görebilirsiniz. ( Bu fark ile derin dondurucu aldım) Her zaman inilecek en az %20 pay vardır.
  • Ustanın size vereceği fiyat genelde sadece işçiliktir. Yapıştırıcı, dolgu malzemesi gibi şeyleri de siz alırsınız.

Fayans üstüne yapıştırma yapmak yada düz duvara döşemek.

Fayansı iki tip duvara döşeyebilirsiniz. Birincisi düz duvara, ikincisi fayans veya benzeri bir malzeme olan duvara döşemektir. Fayans veya benzeri bir malzemenin üzerine döşerken dikkat etmeniz gereken 2 nokta vardır. Üstüne döşeyeceğiniz fayansların duvarda sağlam durduğundan emin olmanız gerekir. Çünkü yeni fayans, eskiye yapıştırılacaktır. Eski fayans yerinden çıkarsa, yeni fayansta çıkacaktır. Dikkat edilmesi gereken 2. nokta, eski fayansta kabarık desenli bordürlerin olup olmamasıdır. Eğer düz fayans duvarın arasından, kabartılı bordür geçiyorsa, bu kabarıklık sorun yaratabilir. Sadece bordürü kırıp, kırılan yeri doldurarak da yeni fayansı döşeyebilirsiniz. Düz duvara döşeme yapacaksanız işiniz karışık değil. Döşeme için gerekli yapıştırıcı ve dolgu malzemesi ile fayanslar döşenecektir.

Fayansçıya veya ustaya gitmeden önce duvarınızın metre karesini ölçmeyi unutmayın. Metre karesini ve döşeneceği yüzeyi belirledikten sonra fayansçıya gidebilirsiniz.

İlk defa fayans döşeyecekseniz

İlk defa fayans döşeyecekseniz ve dekorasyon konularını bilmiyorsanız, etraftakileri örnek alın. Dükkanları inceleyin ve beğendiğiniz bir model üzerinden yürüyün. Bu şekilde hata yapma şansınızda azalır. Hatta mümkünse beğendiğiniz duvarın aynısını yapın. Hata genelde yorum katarsanız meydana gelir. Hatasız yapmak istiyorsanız, karbon kağıdıyla kopyasını çıkarır gibi çalışmalısınız. Aksi her durum yeni bir macera olacaktır unutmayın.

Beğendiğiniz modeli veya dekoru ararken, fayansçınıza aklınıza gelen her soruyu sorun. Belki onlardan da farklı bir öneri alabilirsiniz. Birkaç yer gezdikten konuya ısındıktan sonra göreceksiniz ki her şey aklınızda daha iyi yerleşecek.

Arkada görünmeyen bir mutfağı fayans ile döşeyecekseniz yapacağınız zaten bellidir. Ancak dekoratif olarak kullanacaksanız, bu işleri ilk defa yapanlara tavsiyem 1 günde karar vermeyin. Kararlarınız değişim gösterebilir. Tedarikçileri gezin sonra çevre dükkanları bir daha gezin. Ondan sonra mümkünse daha sağlıklı bir karar vereceksinizdir.

Fayans maliyeti sizin için önemli ise

Büyük bir alan döşenecekse fayans birçok şeye kıyasla bütçeden iyi bir pay alacaktır. Fayansın maliyetini dert etmiyorsanız, beğendiğiniz fayansı satan farklı toptancılara gidip, fiyat araştırması yaparak fayansınızı alabilirsiniz.

Ancak maliyet sizin için önemli ise, defolu fayanslar satan yerlerde var. Defolu fayanslar bazen üstlerinde küçük sorunları olan, bazen de en-boy ölçülerinde küçük sorunları olan fayanslardır. Bu sebepten fiyatları normal fayansların en çok 3?te 1?i kadar olur.

Biliyorum ki kulağa ?defolu? kelimesi hoş gelmiyor. Yeni bir yer yaparken özellikle her şey kusursuz olsun istersiniz. Ama unutmayın, yapacağınız her tasarruf, başka işlerde daha iyi yatırımlar yapmanıza fırsat tanır. Önemli olan para harcadığınızda bu paradan müşterinizin ne kadar yararlanacağıdır. Kişisel tatmin her zaman ikinci planda olmalıdır.

Basit bir hesap yaparsak; 100m2 alanı 30TL?lik bir fayansla kaplarsanız bunun fayans maliyeti 3000TL?dir. 30TL?lik fayansın defolusunu bulabilirseniz bu en çok 10 lira olur hatta daha da düşer. Defolu ile 100m2 alan hesabı yaparsanız, maliyeti 1000TL olur. Aradaki 2000TL size kalır.

Elbette defolu ürünler, asıllarının yerini bire bir tutmaz. Ama ekonomik davranmak zorundaysanız, yada defolu ürün sizin için sorun yaratmayacaksa düşünülmesi gereken bir alternatiftir.

Usta ile el sıkışma faslı

Fayansı buldunuz ve karar verdiniz. Ustalar ile konuşuyorsunuz ve artık işi bitireceksiniz. Unutmayın ki ilk söylenen fiyat her zaman pazarlığa açıktır. Pazarlığınızı yaptıktan sonra, işin süresini, miktarını, ücretini ve ödeme şeklini yazan bir sözleşme hazırlayın. Projeyi zamanında yapacak ustanın bu tip bir sözleşme işine gelir. Çünkü ödeme taahhütünde bulunmuşsunuzdur. Usta parasını zamanında almak ister, sizde işin temiz ve zamanında bitmesini istersiniz. Yapacağınız basit bir sözleşme iki tarafında huzurunu koruyacaktır.

Not: Fayanslarınız için derz alırken silikonlu olanı tercih edin. Silikonlu derzler düzenli silindiği takdirde ilerleyen zaman içinde de temiz kalacaktır.

18
Şub
2011
0

Satış İçin Beyine Anahtar Kelimeler

Bazı kelimeler vardır gördüğümüz zaman dikkatimizi çeker. Bunun en temel sebebi bazı kelimeler bize ardında bir faydanın, bizim için özel bir şeylerin çıkacağını ifade etmesidir. Beynimizde karar alıcı kısım (eski beyin) bu tip konularla ilgilenir. Genelde tembeldir, ben merkezcidir çünkü hayatta kalmaya programlıdır, fazla sorgulamaz, net ve açık şeyleri kabul eder, tanıdıklık ister, kıyaslar, fazla irdelemez, gerisi enerji israfıdır.

Eski beyine(karar verici), mesajınızı iletmeniz için kapıyı açacak türden kelimeler;

Kazan / Gün içindeki bütün alışverişlerinizde 3 kat puan kazanın. ( Fırsat kollayan insanlar için özellikle ne kazanacağım sorusunu akıllarında uyandırır.)

Tasarruf / Daha çok tasarruf için A+ enerji sınıfı. ( Nasıl yaparım diye sordurtur.)

Şimdi /  Şimdi al 3 ay sonra öde. ( Şimdi kelimesi, güçlü bir eyleme geçiricidir)

Özel teklif / Sadece size özel bir tekliftir bu. ( Benciliğe gönderimdir, ben merkezi uyandırır.)

Siz / Sizin için?. ( benim için ne yapmışlar sorusu hemen oluşur. Ben merkezi uyaran başka bir kelimedir.)

Rekor / Rekor fiyat, rekor kıran araba vs? ( Güçlü merak uyandırıcıdır. Eski ile güvenilir bir kıyaslamadır aynı zamanda.)

Tercih ediliyor / Kadınların %65 tarafından tercih ediliyor. ( Tanıdıktır ve güven uyandırır.)

Yeni / Yeni çıktı, Yeni teknoloji ( Yeni demek eskiden daha iyi, daha ileri demektir, güçlü bir kıyaslama tek kelime ile anlatılır.)

Nöromarketing satın alma eğilimlerimizi, bilimsel bir yol ile açıklamaya çalışan yeni bir çalışmadır. Satın al emri beyine gönderilebilir mi? Beyinde satın alma tuşu var mı? Nöromarketing bu konuyu araştırıyor. Müşterinin beynine bir kez girebilirsenizde artık kendinizi anlatmaya şans da bulabilirsiniz.

9
Şub
2011
0

Yapışmaz Arbella – Dağılmaz Arbella

 

Geçenlerde Arbella?nın yaptığı bir reklamı gördüm. Reklamın sonunda ?dağılmaz Arbella? deniyor. Bir başkasında ise “yapışmaz Arbella”. Arbella reklamının esas vermek istediği mesaj ise makarnasının yapışmadığı, dağılmadığı. Bunu da  Arbella?nın özel buğdayına bağlıyorlar.

Bir reklam serisinde 2 ayrı mesaj. Makarnanın yapışmaması müşteri açısından önemli olabilir. Aynı zamanda kalite hisside verebilir. Ayrıştırıcı bir özellik olarak da vurgulanmak istenmiş yapışmazlık. Ancak yapışmaz olmak ile dağılmaz olmak aynı şey mi?

Benim yaptığım makarnalar bugüne kadar hiç yapışmadı. Ama bazen aşırı pişirdiğimde biraz dağıldığı zamanlar olmuştur. Eminim bu tecrübeyi makarna severlerin çoğu yaşamıştır. Bu iki farklı sorunun tek bir reklamda konu alınması bence esas mesajın zayıflamasına sebep olmuş. Yapışmazlık güzel bir nokta, dağılmama ise ayrı bir güzel nokta. Arbella için durumu şöyle özetliyebiliriz; duos qui lepares sequente neutrum capit (iki tavşanı kovalayan hiçbirini yakalayamaz.)

Daha ayrı zaman dilimlerinde, farklı şekillerde, bu iki konu çok daha efektif işlenebilirdi diye düşünüyorum.

Elbette bu bahsettiklerimiz pazarlama konuları. Ancak Arbella reklamında ?yapışmaz Arbella? ve ? dağılmaz Arbella? dışında bir şey daha dikkatimi çekti.

“Çatala çarpan ve esneyen makarna görüntüleri.”

Makarnalar çatala çarpıyor ve dağılmayan bu Arbella makarnalar, lastik gibi esniyor. Lastik gibi esneyen makarna ?al-dente? dişe dokunur olur mu? Büyük ihtimalle olmaz. Arbella reklamını izlerken bunu sesli söylemezsiniz ama hissedersiniz. Beyin gördüğünü direk kodlar ve bu makarna al-dante değil der. Bu kod birkez oluştumu kırmak artık çok zordur.

Lastik gibi makarna yemeyi kim ister? Elbette öyle sevende vardır ancak Arbella makarna kendini lastik gibi makarna yapmakla mı tanıtmak istiyor? Hiç sanmıyorum. Çünkü kendi internet sitesinde Arbella makarna şöyle diyor ? En lezzetli makarna al-dante pişmiş makarnadır, unutma!?

Lastik gibi esneyen makarna ile dağılmadığını göstermeye çalıştıklarından eminim. Ama bundan ancak oturup düşündüğümde emin olabiliyorum. Müşterilerin çoğu ise oturup düşünmeyecektir. Reklamcılarda çok iyi bilir ki, müşteri izler, etkilenir yada etkilenmez? Lastik gibi makarna görüntüsünden ise etkileneceklerini sanmıyorum.

Bir Pazarlamacı Gözünden Arbella Makarna :

İlk başta Arbella?yı ben, üniversiteli bir gencin evde Arbella makarna yapması ile tanıdım. Orada verilen mesaj lezzetli makarna yapmanın kolay olduğu ve üniversiteli bir gencin bile, Arbella ile rahatlıkla iyi bir makarna yaptığı idi. Kısaca verilen mesaj kolay yapılabilen makarna idi.

Şimdi ise yapışmazlık ve dağılmazlık gibi iki fonksiyon öne çıkıyor. Bu iki fonksiyonda aslında makarna pişirmeyi kolaylaştıran özellikler. Hata ihtimallini azaltıyorlar. Yani verilen mesaj yine kolay yapılabilen makarna.

Elbette kolay yapılabilen makarna imajı, firmanın bir kararıdır. Ancak kolay yapılabilen fonksiyonel bir ürün, gurme bir ürün değildir ve lezzet algısı düşük olacaktır. Buraya kadar Arbella için sorun yok, sonuçta bunlar marka stratejisi.

Ancak şu sorunun cevabını açıkça vermek gerekir!

Arbella makarnayı pişirmek, diğer makarnaları pişirmeye kıyasla gerçekten daha mı kolay? Gerçekten diğerlerini pişirmek bir sorun mu?

Bariz bir kolaylık yok ise ki bence yok, Arbella önemli miktarda enerjisini boşa harcıyor demektir. Elbette reklam yaptıkça, göz önünde oldukça, bunun karşılığını alacaklardır. Ama daha çok almak var iken daha azı ile yetinmek zorunda kaldıklarını düşünüyorum.

Makarnayı sabah akşam yiyebilen bir makarna sever olarak, farklı şekillerdeki makarnalar benim ilgimi çekiyor. Arbella istediği kitlelere ulaşırken, hiç görmediğimiz şekillerde de makarna çeşitleri üretmesi dileği ile?

1
Şub
2011
0

İki Büyük Kahve Zinciri ve 1 Laptop

 

Biri dünyanın en büyük Amerikan asıllı kahve zinciri, bir diğeri ise Türkiye?nin, Türk asıllı en büyük kahve zinciri.

  • İkisinin de ana ürünleri kahve.
  • Yan ürünler olarak da çeşitli hamur işleri ve pastalar bulunmakta.
  • Amerikalı zincir karton bardakta, Türk zincir porselen bardakta sunum yapıyor.
  • İkisinde de internet aynı şekilde bedava.
  • Self serviste rahat oturabildiğiniz gibi, Türk kahve zincirinde de garsonlar sizi rahatsız etmiyor. İkisinde de teknik olarak rahatça bir kahve alıp, uzun uzun oturabilirsiniz.

Ben her ikisinede gidiyorum. İkiside kendi uzmanlıklarında çok iyi işler yapıyorlar. Bilmiyorum sizde her iki kahve zincirine de gidiyor musunuz? Ancak ben her ikisinede gittiğim için çok şaşırtıcı şeylere şahit oldum.

Geçenlerde aynı gün içinde 1 saat arayla hem Amerikan hem de Türk kahve zincirlerinin aynı cadde üzerinde olan dükkanlarında bulundum.

İlk önce Amerikan zincirde oturdum. Bir kahve aldım ve laptop?umu açtım. O sıra, etrafıma baktığımda benim gibi laptop ile çalışan 6 kişi daha vardı. Ve içeride laptoplular olarak biz çoğunluktuk.

Neyse biraz çalışıp bir arkadaşımla buluştum, o da beni bir kaç yüz metre ötedeki Türk kahve zincirine götürdü. Nerdeyse aynı sayıda insan vardı, ancak 1 tek laptop yoktu. Tesadüftür dedim geçtim. Ama ya tesadüf değilse diye düşünmekten kendimi alamadım. Sonunda bir gözlem yapmaya karar verdim.

Gözlem Şöyleydi

Amerikan kahve zinciri dükkanına gidip laptop?luları sayacaktım. Birde laptopsuzları sayıp bunları bir birine oranlayacaktım. Sonra Türk kahve zincirine gidip aynı şeyi yapacaktım.

Çeşitli günlerde, hafta sonu hariç, toplamda 10 gün bu gözlemi yaptım. Sonuçlar çok ilginç çıktı.

İşte O İlginç Sonuçlar

Bütün günler ve saatlerde Amerikan zincirdeki laptoplu müşteri sayısı, Türk kahve zincirine kıyasla kat ve kat üstün geliyordu.

Toplam gözlem sayısının yarısında Türk kahve zincirinde hiç laptoplu insan yoktu. Daha da ilginci Amerikan kahve zincirinde her zaman en az bir laptoplu kişi vardı.

Farklı müşteri gruplarını kapsayan iki aynı hizmeti sunan firmanın, ayrıştığı bir noktaydı bu.

Ölçümlerim Dışında

Ölçümlemediğim ancak sezgisel olarak hissettiğim bir diğer fark da, iki kahve zincirinin müşterilerinin dış görünüşleri bir birlerinden farklı idi. Sanki bir kahve dükkanına gelen müşteriler Rock konserine gidecek, diğer kahve zincirindekiler ise bir pop konserine gidecekmiş gibi; açıkça olmasa da hissedilir bir fark gördüm. Konu sadece laptoplular değil gibiydi.

Şaşırtıcı olan iki aynı ürünü, benzer fiyatlar ile satan iki işletmenin tümüyle farklı kitleleri kapsıyor olması.

20
Oca
2011
0

Digitürk Kehaneti

Genelde her hafta sonu lig maçlarını izlerim. Futbolu yakından takip edenlerde hatırlar. Bundan birkaç sene evvel birçok kanalda, atv, star, showtv, kanal d, maç sonrası programlar yapardı. Gece saat 1?e hatta 2?ye kadar birkaç kanalda bu futbol sohbetleri devam ederdi de.

Şimdi dikkatinizi çekiyor mu bilmiyorum ama artık bu programlar yok. Diyebilirsiniz ki Digitürk maç görüntülerini vermediği için yok. Ama bu uyguluma bu sene başladı, halbuki geçen senede yapılmıyordu bu programlar.

Eski futbol programları olmamasının tek sebebi izleyicinin olmamasıdır. Peki şimdi futbol severler ne izliyor?

Maç pozisyonları 2 kanalda gösteriliyor ve tartışılıyor. Biri TRT1, diğeri Ligtv. Ligtv için kullanıcılar bir yıl için yüklü miktarda para ödüyorlar. Karşılığında ne alıyorlar?

Karşılığında maçları canlı izliyorlar. Buraya kadar sorun yok. Sonra çok garip bir spor programı izliyorlar. Neden garip derseniz, programda hakem yorumcusu olarak Markus Merk oturuyor. Bilmeyenler için söyleyelim, Markus Merk görev zamanında çok önemli hakemlerden biriydi. Ancak aynı Markus Merk Türkiye?deki çoğu spor yazarını, hakem eleştirmenini, yaptığı ilginç yorumlar ile hayretler içinde bıraktı.

Çoğu yazar Markus Merk?in hakemleri fazla koruduğunu söyledi. Aslında hakemlerin yanında olması bence çok güzel bir davranış. Ancak gözün gördüğünü farklı yorumlama çabası, çoğu izleyicinin artık tartıştığı bir durum. Toplum mühendisliğine hangi işletme soyunursa, o işletme büyük ihtimalle başarısız olur. Çünkü toplum mühendisliği işletmelerin işi değildir.

Digitürk, Markus Merk kanalı ile, sanki hakem kararlarını fazla tartışmadan geçmek istiyor gibi. Ancak halkın geneli maçlara şüphe ile bakıyor ve açıklama bekliyor. Halkın istediğini cevaplayamayan bir işletme ise olduğu yerde fazla duramaz.

Digitürk hakkında şöyle bir kehanetim var. Digitürk bu yıl ve seneye büyük düşüşler yaşayacak.

Diğer kanallara pozisyonları vermemek ile Digitürk kendi sonunu hazırlamaya başladı. Günümüz piyasasında gözden uzak olamazsınız. Ancak hatırlandığınız ve konuşulduğunuz sürece değerlisinizdir. Digitürk bu genel doğruyu çiğnedi ve insanları maçlardan kopardı. Basitçe bu pazarlama hatasını şöyle zihnimizde canlandıralım.

Akşam maçı izledik. Yarın sabahta işe gidip arkadaşlarla maç hakkında sohbet etmek istiyoruz. Sabah işe gidiyoruz. Arkadaşlardan sadece 1?i maçı görebilmiş. Diğerlerinin bir şeyden haberi bile yok. Çünkü onların Digitürk?leri yok. Sonuçta biz bütün gün maç muhabbeti yapabilecek iken sadece 1 arkadaşımız izlediği için, 5dk konuşup geçiyoruz. Aslında biz maçı konuşurken toplumdan soyutlanıyoruz, çünkü çoğunluğun Digitürk?ü yok. Kim toplumdan bu şekilde soyutlanmak ister ki? Tam aksine insanlar birlikte sohbet edebilmek ister. Parasını da bu konulara harcar.

Ancak tek sorun bu değil. Digitürk?ün hakem yorumcusu olan Markus Merk ile memleketimizdeki neredeyse her yorumcu birçok tartışmalı pozisyonda ters düşüyor. Mesela en son Beşiktaş – Kayseri Spor maçında, Beşiktaşlı Simao Sabrosa?ya yapılan bir hareket var. Markus Merk kesinlikle penaltı değil diye yorumluyor. TRT1?de ise bunun tam tersi, kesin penaltı diye yorumlanıyor. Diğer tv programlarında da pozisyon penaltı olarak değerlendiriliyor. Buradaki sorun, bu kadar kişi yanılabilir mi? Yada Markus Merk futbolun marka değeri adına bir çalışma mı yürütüyor? Her şey olabilir, ama unutulmaması gereken şey müşterinin neden para ödediğidir. Herhalde ligtv?de bu akşam diğer tüm kanallardan ne kadar farklı yorumlar olacak diye, para ödeyecek bir müşteri kitlesi yoktur.

Sonuç olarak hem yeni müşteri edinme yolları kapanmış oluyor çünkü kanal kendini toplumdan soyutluyor. Hem de var olan müşteri gitmeye başlıyor çünkü inandırıcılık azalıyor. Yapılan yanlış bir dizi stratejik karar büyük ihtimalle Digitürk?ün üyelik sayıları ile görünür hale gelecektir.

19
Oca
2011
0

Prof. Erkan Topuz ve Benzer Prof.?lar Korku Toplumu Yaratıyor

Hergün kanser ile ilgili haberler izliyoruz. Sabah programlarında çıkıp kansere şunlar iyi gelir diyerekten bir sürü şey sayıyorlar. Akşam haberlerinde de devam ediyorlar. Her gün zihnimize kanser kelimesini nakşediyorlar. Söyledikleri şeyler kanser hastalarına ne yapar diye pek de umurlarında olduğunu zannetmiyorum. Sağlıklı insan bile, bende hasta mıyım diye düşünecek hale geliyor.

Reklamcılar da çok iyi bilir ki en büyük motivatör korkudur. İnsan sağlığı ve ölümcül yaygınlaşan hastalıklar hakkında konuşursanız elbette izlenirseniz. Elbette reyting alırsınız. Konu ile ilgilenmeyen insanlar bile, bir durup bakarlar benimde başıma gelmesin diyerekten.

Kanser ile ölüm korkusunu halkın zihnine her gün işleme hakkını nereden alıyor bu insanlar?

Bir insana 40 kere deli dersen deli olur derler. Bu konu için 20 gündür televizyonları izliyorum. Her gün farklı farklı kanallarda kanser ile ölüm korkusu işlenerek, “aman bunu yiyin iyi gelir”, “şunu yaparsanız kansere davetiye çıkarırsınız” diye defalarca aynı konu işleniyor. Prof. Öz?ün Amerika?daki programlarına bakıyorum bir çok konu hakkında bilgi veriyor, ama Türkiye?dekilerin aksine öyle her programda kanser?e bir gönderme yapmıyor. Kendi kendime kansere gönderme yapmadan da başarılı programlar oluyormuş diyorum. Bizim ülkemizde ise kanser ağızlardan düşmüyor? Reyting yapsın yeter herhalde?

Kimse her gün kanser konusu işleminin insan psikolojisinde ve hasta psikolojisinde ne gibi etkileri olur diye düşünüyor mu sizce ?

Geçenlerde Prof. Erkan Topuz ulusal bir kanalın ana haberinde, 3 ay içinde 4-5 defa grip olmanın, kanser geçermiş kişilerde kanseri tekrar tetikleyebileceğini söylediğini duydum. Prof. Erkan Topuz bunu söylerken eminim çok izlenmiştir. Ama kim bilir kaç kanser hastası korku içine girdi. Kaç tanesi Prof. Erkan Topuzu izledikten sonra rahat uyuyamayacak. Kaç tane hasta yakını Prof. Erkan Topuz’un bu açıklamalarından dolayı o akşamı stres içinde geçirdi bir düşünün. Bunun maliyeti çok yüksek.

Kanser hastalığını yenmek için en çok gereken şeyin moral olduğu söylenir. Eminim bunu Prof. Erkan Topuz hocada bilir ve söylüyordur da herhalde. Ancak bu tip açıklamalar hasta insanların tedavisinde derin yaralar açıyor.

Kanserin neden olduğunu bile hala daha tam olarak söyleyemezken. Prof. Erkan Topuz?un bu şekilde söylediği şeyler %100 doğruluğu kanıtlanmış olmalıdır. Peki ama öyle mi? Her 3 ay içinde 4-5 defa grip olanın kanseri tekrarlanır diye Prof. Erkan Topuz bunun altına imza atabiliyor mu? Prof. Erkan Topuz?un elinde bunun somut kanıtı var mıdır? Bu kadar detaylı ve hassas konularda Prof. Erkan Topuz gibi bir profesör halkın içinde bulunun hastaları hiç mi düşünmez?

Bunun halkı bilgilendirmek olduğunu düşünmüyorum. Bu korku imparatorluğu kurmak oluyor. Prof. Erkan Topuz ve benzer hocalar hastaların yüreklerine korku salarak, onların morallerini bozarak hasta insanlara destek olabileceklerini düşünmüyorlardır umarım. Bu korku imparatorluğundan meşhur oluyor umarım meşhur olmak için yapmıyorlardır. Prof. Erkan Topuz’u dikkatsiz açıklamalarından dolayı şiddetle kınıyorum.

Kanser hastalarının çok hassas bir yapıda olduğunu Prof. Erkan Topuz?da biliyor olmalı. Kanser hastası veya hastalığı geçirmiş olan insanlar Prof. Erkan Topuz ve benzeri hocaların ağızlarının içlerine bakıyorlardır. Bu sebepten Prof. Erkan Topuz ve benzeri hocalar televizyonlarda söylemler verirken toplumdaki her tip insanı gözetmelilerdir. Özellikle uzmanlık alanları içinde olan, kanser hastalarını.

Prof. Erkan Topuz?un daha fazla popülerlik kazanacak hali yoktur herhalde. Tüm Türkiye zaten Prof. Erkan Topuz ismini biliyor. Umarım ileride Prof. Erkan Topuz ve benzeri hocalarımız, toplum içinde hasta olan insanlarında hassasiyetlerini gözeterek açıklamalar yaparlar. Bu arada her gün kanseri konuşmanın etkilerinide düşünseler keşke. Kesin olmayan, veya ihtimaller üzerine yaşayan insanların hayatına daha çok bilinmezler sokmak, emin olun fayda etmez.

Ps: Normalde bu tip konulara sitemde değinmiyorum. Ancak bir süredir televizyonları takip ediyorum ve gördüklerim beni rahatsız ettiği için sizlerle duygularımı paylaşmak istedim. Nöromarketing açısından bu konuyu işleseydim, herhalde müşteriyi kanser etmek isteyenlere her gün müşterinize kanserden bahsedin derdim. İyi şeylerin, iyi şeyleri çağırması dileği ile…

17
Oca
2011
0

Trafikte Hız Yapmak Yasak Olamaz!

Bazen şöyle düşündüğünüz oluyor mu ? kuralları anlaşılmayan, düzensiz bir dünya içinde, nasıl iyi bir iş çıkarabilirim? ? Özellikle Türkiye?de kurallar kısmı daha da büyük bir muamma olsa da, bahsedeceklerim aslında bütün Dünya için geçerli olacak.

Haberlerde diyor ki ? Tem otoyolunda hız yapanlara ceza yağdı?. Her gün bir çok insan ya sakat kalıyor yada hayatını kaybediyor süratli araba kullanmak yüzünden. En iyi ihtimalle ağır hasarlı araçlar ve yılda milyonlarca TL zarar. Çoğu zaman hız yapanlar hiç suçu olmayanlarında canını yakıyor. Peki hız yapmak gerçekten yasak mı?

Bu nasıl soru diyorsunuz içinizden. Tabii ki de hız limitleri var ve bu kurallara uymak gerekir diyebilirsinizde. Ama bir daha soruyorum, hız limitlerini çiğnemek gerçekten yasak mı?

Türkiye?de en üst hız limiti 120km/h olarak belirlenmiştir. Hiçbir yol da yoktur ki 120km/h den daha hızlı gitmeniz yasal olsun. Yani kurallara uyan bir vatandaş arabası ile asla 120km/h den yukarısını görmemelidir, görürse kanunları çiğniyor ve cezalandırılması gerekiyor demektir.

Durum bu kadar açık ve net iken, Türkiye?de ve diğer birçok ülkede satılan her araba 120km/h hızı rahatça aşabilir ve en az 160-180km/h hıza ulaşır. Aynı zamanda dünya daha da hızlı arabalar üretmek için çaba sarf etmekte.

Hızlı araba satmak yasal ama kullanmak yasak. Otomobil endüstrisinin elinde hızları elektronik olarak limitleme şansı bile varken bu yapılmıyor. 250km/h hızla gidecek araçlar satılırken, devlet bunlardan daha çok vergi alırken, motorun büyük diye para kazanırken ne düşünüyor acaba? 6 silindirli bir motoru oturup izlemek için mi alırız? Yada alıp üstünde mi yatacağız? Saçma? Gaza basıp son sürati ne diye bakacağımızdan aslında herkes emin? Bakmayacaksak zaten neden alıyoruz. Neden dünya kaynaklarını israf ediyoruz. Aslında kaynakların israfı kendi başına ayrı bir konu.

Devletler vatandaşları ile sanki elim sende oynuyor. Oyun alanı dünya, bu örnekte oyuncular otomobil kullanıcıları, oyuncular mecburen istemeseler de oynuyor, elim sende diyebilen ise tek kişi devlet. Devletler vatandaşlarına el atıp, elim sende diyor ama bu oyunda diğer oyuncular, devlete benimde elim sende diyemiyor?

Yönetimler hız sorununu çözmek istiyorlarsa en azından 120?de limitlerler aracın hızını, buna bağlı akselerasyonlar da düşürülür, böylece şehir için de de dışında da insanlar kurallara çok daha rahatça uyar. Çok daha az kural ihlali olur. Tabii gerçekten bu isteniyorsa?

Hızlı arabalar satılmasın demiyorum, insanlar hızlı kullansın da demiyorum. Ama hızlı arabaların satıldığı bir yerde hızlı kullanılabilecek yollar olmalı. Bunu düzene sokacak kurallar olmalı. Eğer yol yoksa bu arabaların ülkemizde ne işi var? Eğer yol varsa hangi kurallar bu yolda hızlı gitmeyi sağlıyor. Bütün arabalar hız limitlerini rahatça aşabiliyorsa hız yapmak yasak olamaz, olsaydı herhalde her araba kuralları çiğneyecek şekilde üretilmezdi hemde önlemini almak kolay iken. Birinin avucuna bir küp buz verip, sonra bunu neden erittin diye kızamazsınız. Hepimiz biliyoruz ki o buz eriyecek.

11
Oca
2011
0

Restoranda Daha Çok Paket Servis Satışı

Kebapçılar, köfteciler, pideciler vb… işletmeler için paket servis önemli bir gelir kaynağı. Her geçen gün başarılı işletmelerin cirolarında, paket servisin payı büyüyor. Müşterilerin restoran paket servis, alma miktarı da reel olarak artırıyor. Daha çok paket servise para harcayan ve harcayacak bir kitle bulunmakta.

İşletmelerin kendilerine sormaları gereken soru şu;

Biz bu paket servis dünyasından ne kadar faydalanabiliyoruz?

Günde 50 paket yapıyorsanız bunu 100 yapabilir, 100 yapıyorsanız 200 yapabilirsiniz. Eğer azda olsa paket sayılarınız düzenli artmıyorsa, hep aynı adetlerde kalıyorsa, bunun anlamı bir şey yapmıyorsunuz, yaptığınızda etki etmiyor demektir. Aynı zamanda bu ileriki günlerde bir rakip geldiğinde, sayınızın büyük ihtimalle düşeceği anlamına gelmektedir.

Piyasada paket servis demek, bir şeyleri paketleyip yollamak olarak algılanıyor. Ancak bu algı oluşan yeni büyük pazarı anlamaya yeterli değil. Nasıl ki restoranı açarken, işin aslı yemekleri bir tabağa koymak değilse, paket serviste de yemeği pakete koyup yollamak işin aslı değildir.

Yeniden yapılandırılan bir paket servis işi, ciroları var olanın çok üzerilerine taşıyabilir. Çünkü bir restoranın servis alanında binlerce hane bulunmaktadır. Bunun küçük bir kısmı bile birçok restoran için fazla gelir.

Ancak psikolojik nedenlerden, işletme sahipleri görülmeyen bir sınırın olduğuna inanırlar. Sanki kader onları bu satış sayısında tutuyor gibi hissederler. Bu sebepten belli bir zaman sonra işletmeler ne yapacaklarını bilemezler ve sürekli kendilerini tekrar ederler. Tekrar ettirdikleri şey her ne ise belli bir kitleye hitap ettiğinden, büyümeleri de yıllar alır. Çünkü büyüyen şey müşteri portföyü değil yıllar itibarı ile müşteri kitlesinin kendisidir.

Restoran işletmecileri paket servislerini arttırmak, daha çok satmak istiyorlarsa önce kendi süreçlerine bakmalılardır. Süreci izlemeli, mükemmelleştirmelilerdir. Bu şekilde kopyalanması zor bir model geliştirebilirler. Aynı zamanda müşteri için değer katacak öğeleri keşfedeceklerdir. Değer katan her yenilik = daha çok müşteri.

Aşağıda, bir restoranın paket servisinin süreç tablosu bulunmaktadır. Bu tablo eksiksiz değil, ancak kendi süreçlerinizi kaydedip, incelemek için sizlere fikir verebilir. Süreç analizi yaparken olayın bütün adımlarını izleyin ve yazın. Bu adımların arasına, tek kelime, tek fiil girememelidir. Sonra müşteri için en değerlilerini seçin. Ardından bunlara değer katın. Müşterileriniz farkı hissettiğinde, bunu cirolarınızda göreceksiniz.

Aşağıdaki örnek için, bu tablo tamam diye düşünüyorsanız, yanılırsınız. Bunun ardından ben 2 sefer daha çalışmıştım, liste 2,5 kat uzamıştı.

Restoran Paket Servis İyileştirme İçin Süreç Analizi

(Kebapçılar, Köfteciler, Pideciler, vb… paket servis yapanlar için)

1. Adım-) Telefonun Çalması yada İnternetten siparişin gelişi.

?          Telefon çalar müşteri karşılanır.

?          Siparişi sorulur

?          Sipariş dinlenir ve not edilir. Bu arada ürünler tavsiye edilir ve çapraz satış yapılmaya çalışılır.

?          Adres otomatik çıkabilir yada adres kaydı istenir.

?          Tutar söylenir ve ödeme seçenekleri sorulup.

?          Uğurlama gerçekleşir.

?          İnternet üzerinden kullanıcı kaydını yapar, ürünleri seçer.

?          Burada promosyon ve kampanyalar konur.

?          Çapraz satış için öneri konabilir…

?          Sipariş verilir onaylanır.

.

2. Adım-) Paket Hazırlama Süreci

?          Sipariş alındığı gibi yapılmaya başlanır.

?          Önce soğuk malzemeler pakete girer.

?          Konulması gereken standart paket malzemeleri yerleştirilir.

?          Pakete konulacak bütün siparişler ve malzemeler girdiğinde en son sıcak ürün tezgahına gider

?          Pakete en son sıcak yemekler girer.

?          Bu arada motorcu ödeme şekline göre hazırlığını yapar, paketini bekler.

?          Motorcu paketi bekler, paket motorcuyu değil.

?          Sıcak yemekler pakete girdikten sonra paket beklemeden servise çıkar.

.

3. Adım-) Paketin Dışarı Çıkması ve Eve Gitmesi

?          Motorcuya paket verilir ve kasaya işlenir giriş saati.

?          Motorcu beklemeden motoruna gider.

?          Motorcu Paketi yerleştirir.

?          Adrese gider.

?          Kapıyı çalar.

?          Karşılama olur.

?          Paket verilir.

?          Tutar söylenir.

?          Para tahsil edilir

?          Afiyet olsun denir ve çıkılır.

?          Bina içine broşür bırakılabilir.

?          Hızla geri dönülür.

?          Motorcu paket servisten döner ve parasını verir süreler kayıt altına alınır.